Sayfa Yükleniyor...
Şevâhid-ün Nübüvve kitabında, (Allahü teâlâ, bir kulunu severse onu fıkıh ilmiyle meşgul eder. Sonra da fıkıh âlimi olur) buyuruluyor.
İbni Âbidin hazretleri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki; Her Müslüman erkek ve kadının ilmihâl öğrenmesinin farz olduğunu, âlimler sözbirliği ile bildirdi. Her Müslüman kadının hayz ve nifâs bilgilerini öğrenmesi farzdır. Erkeğin de evleneceği zaman, hayz ve nifâs bilgilerini öğrenmeleri lazımdır. (Menhel-ül-varidin) Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan bilgiler, ancak ilmihâl kitaplarından öğrenilir. Dinini seven ve kayıran insanların ilmihâl kitaplarını alıp, çoluk çocuğuna öğretmesi birinci vazifesidir. İlmihâlini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir. Resûlullah efendimiz, (İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz) buyurdu.
İslâmiyyet , Kur’ân-ı kerîm meâlinden, tercümesinden öğrenilmez. Kur’ân-ı kerîmi anlamak, murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Günümüzdeki meâl anlayışı ise, yazarın, âyet-i kerimeden kendi anladığını bildirmesi demektir. Yani meâlle, murad-ı ilahi öğrenilmiş olmaz, aksine o meâli yazanın düşüncelerine esir olmuş oluruz. Kur’ân meâlini yazan yanlış yazmışsa, yazan da, okuyup kabul eden de küfre düşer. Kur’ân-ı kerîmi yanlış anlamak veya şüphe etmek imânı giderir. Mektûbat-ı Rabbânî’deki hadis-i şerifte, (Kur’ânı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemî)
İşte bundan dolayı, Hazret-i Ebu Bekir Sıddık, peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmasına rağmen, (Kur’ân-ı kerîmi kendi görüşümle tefsir edersem, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)
Yüce İslâm dininde felsefe yoktur. Temiz ve mübârek dinimiz İslâmiyyet bir düşünce değildir. Allahü teâlâ indindeki tek hakiki dindir. İslâm düşüncesi, İslam felsefesi tabirleri tamamen yanlıştır. Gençlerin temiz dimağlarını, saf kalplerini bozmak için uydurulmuş kelimelerdir.
İlmihâl kitapları asırlarca Selçukluların ve Osmanlıların yüce dinimiz İslâmiyyeti en doğru şekilde öğrendikleri kaynaklar olmuşlardır.
Osmanlı medeniyetini hazırlayan ve Allah sevgisi ile Allah korkusunu imân ve fıkıh bilgilerini insanların gönlüne yerleştiren, ihlas ile yazılmış “Birgivî Vasiyetnâmesi”, “Ey Oğul İlmihâli” ve “Mızraklı İlmihâl” gibi kitaplar olmuştur. Bu kitaplarda, ülkenin Padişahından dağdaki çobanına kadar herkese lazım olan, imân, ibadet ve ahlâk bilgileri toplanmış ve bunların herkes tarafından kolayca öğrenilmesi sağlanmıştı.
Müslümanın hayat bilgisi olan bu ilimler, toplumun her kesimi tarafından bilindiği ve tatbik edildiği için, okunmadan bile öğrenilir ve yaşanırdı. Bu sayede, insanın doğumundan ölümüne kadar tatbik edeceği İslâm bilgileri, her Müslümanın bir hayat tarzı olmuştu. Padişah da, dağdaki çoban da, sabahleyin yatağından aynı şekilde sağ tarafından Besmele ile kalkar, sabah namazını kılmak için abdest hazırlığı yapılır ve namaz kılınırdı. Kahvaltıya “Besmele” ile başlanır, “Elhamdülillah” ile bitirilirdi. Günlük dualarını okuyarak, güzel bir niyetle işine giderdi... Günlük hayatta, hep aynı olan bu davranışlar, bir ömür boyu devam ederdi.
Toplumun her kesiminde hep aynı imân, ibadet ve ahlâk hükümleri hâkim olurdu. Herkes birbirine yardım ederdi. Hatta Bosna’dan çıkıp Mekke’ye hacca giden bir Müslüman, uğradığı beldelerde ücret ödemeden yer, içer ve yatardı. Osmanlı ülkesinin insanları, hep birbirine nasihat eder, öğüt verirdi. İyiliğe teşvik ve kötülükten birbirlerini menederlerdi. Kısacası, Osmanlıda Müslüman olan halk günlük hayatını, “İlmihâl” kitaplarında yazan bilgilere göre düzenlerdi. Hatta Müslüman olmayan vatandaşlar da, bu hayat tarzına göre hareket etmeye çalışırdı.
İşte böylece, yetmiş iki milletten ve çeşitli dinlerden meydana gelen Osmanlı halkının yaşayışı, bir “İlmihâl Medeniyeti”ni meydana getirmişti.
Bu hassasiyet ve uygulama Rabbine kavuşmak için gönül yolculuğuna çıkmış Osmanlı Müslümanlarını, İslâmiyetin zirvesi olan tasavvuf terbiyesine ulaştırmıştı. Dağdaki çoban da, zirveye ulaşmış olan da, günlük olaylar karşısında hep aynı tepkiyi verir, sebeplere yapışır ve; “Bunda da bir hayır vardır”, “Hak şerleri hayreyler...” der, kalp kırmayı en büyük cürüm ve günah bilirlerdi.
İslamın temel bilgileri, atasözleri ve halk deyimleri şeklinde zihinlere yerleşmişti: “Eden bulur... Eden kendine eder...” gibi nice özlü sözler, hep böyle bir kültürün ürünleriydi.
İşte bu (İlmihâl Medeniyeti)’nden; “Sadaka taşları”, “Zimem/ alacak defterlerinin yırtılması” ve “Kışın aç kalan kurtlar ve yaralı kuşlar için vakıf kurulması” gibi güzellikler doğmuştu.
Görüş ve önerileriniz bizim için değerlidir! Amacımız size her zaman daha iyi hizmet verebilmektir.
Bizimle paylaşmak istediğiniz görüş, öneri ya da şikayetiniz varsa ilgili "İletişim Formu"nu doldurarak bize iletebilirsiniz. Bildiriminizi en kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilir ve e-posta yolu ile iletişime geçebilirsiniz.