Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki, îmânın sıfatları altıdır:

ÂMENTÜ BİLLÂHİ: Ben Allahü azîm-üş-şânın varlığına ve birliğine inandım, îmân etdim.

Allahü azîm-üş-şân, vardır ve birdir.

Şerîki ve nazîri yokdur. (Ortağı ve benzeri yokdur).

Mekândan münezzehdir. (Bir yerde değildir).

Kemâl sıfatlariyle muttasıfdır. Kemâl sıfatları vardır.

Ve noksan sıfatlardan berîdir. Onda bulunmaz.

Kemâl sıfatlar, Allahü azîm-üş-şânda bulunur. Noksan sıfatlar, bizlerde bulunur.

Bizlerde bulunan noksan sıfatlar, elsizlik ve ayaksızlık ve göz- süzlük ve hastalık ve sağlık, yimek ve içmek ve bunlara benzeyen bir çok şeylerdir.

Allahü azîm-üş-şânda bulunan sıfatlar, yer ve gökleri ve -hava-da, sularda, yer yüzünde ve toprak altında yaşamakda olan- dürlü mahlûkatı yaratması ve aklımızın erdiği ve -aczimiz sebebiyle-bir-çoklarına ermediği, pek çok mahlûkları [yaratıkları] her an varlıkda durdurması ve cümle mahlûkatın rızkını vermesi ve diğer kemâl sıfatlardır. Kâdir-i mutlakdır. Her varlık, Allahü azîmüş-şânın kemâl sıfatlarından bir eserdir

Allahü azîm-üş-şân hakkında, bizlere bilmesi vâcib olan sıfatlar, yirmiikidir. Ve yirmiiki de, muhâl sıfatları vardır.

Vâcib, lâzım demekdir. Bu sıfatlar, Allahü azîm-üş-şânda bulu­nur. Muhâl olanlar bulunmaz. Muhâl, vâcibin zıddıdır. Var olamaz demekdir.

Allahü azîm-üş-şân hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı nefsiyye birdir: Vücûd, ya’nî var olmakdır.

Allahü azîm-üş-şânın var olmasının, naklen delîli,Allahü teâlânın, (İnnenî enellâhü) kavl-i şerîfidir. Aklen delîl ise, bu âlemleri halk eden [yokdan var eden], bir hâlık [yaratıcı], elbet mevcûddur, elbette vardır. Mevcûd olmamak muhâldir.

Sıfât-ı nefsiyye demek; zât, Onsuz ve O, zâtsız tasavvur olun­maz, düşünülemez demekdir.

SIFÂT-I ZÂTİYYE

Allahü azîm-üş-şân hakkında, bizlere bilmesi vâcib olan sıfâtı zâtiyye beşdir: Bunlara (Ülûhiyyet sıfatları) denir.

  1. Kıdem, Allahü azîm-üş-şânın varlığının evveli olmamak.
  2. Bekâ, Allahü azîm-üş-şânın varlığının âhırı olmamak, buna vâcib-ül-vücûd derler. Naklen delîl, Allahü teâlânın Hadîd sûresinde, üçüncü âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl varlığının evveli ve âhırı olsa, sonradan var olmuş olup, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olan, başkasını yaratamaz. Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  3. Kıyâm bi-nefsihi, Allahü azîm-üş-şân, zâtında ve sıfatlarında ve ef’âlinde, kimseye muhtâc olmamak. Naklen delîl, Muhammed “aleyhisselâm” sûresinin son âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, bu sı­fatlar, Onda olmamış olsa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs ol­mak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  4. Muhâlefetün lil-havâdis, Allahü azîm-üş-şân zâtında ve sıfatında, kimseye benzememek. Naklen delîl, Allahü teâlânın Şûrâ sûresindeki onbirinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl bu sıfatlar, Onda olmamış olsa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Al­lahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  5. Vahdâniyyet, Allahü azîm-üş-şânın, zâtında ve sıfatında ve ef’âlinde şerîki ve nazîri yokdur. Naklen delîl, Allahü teâlânın İhlâs sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer ortağı olsa, âlem fenâ bulur, yok olurdu. Biri, birşeyin yaratmasını ve diğeri ya­ratmamasını dilerdi.

[Âlimlerin çoğuna göre, (Vücûd) ya’nî var olmak da, ayrıca bir sıfatdır. Böylece, (Sıfât-ı zâtiyye) altı olmakdadır].

SIFÂT-I SÜBÛTİYYE

Allahü azîm-üş-şân hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı sübûtiyye sekizdir: Hayât, ilm, sem’, basar, irâde, kudret, kelâm, tekvîn.

Bu sıfatların ma’nâları budur ki:

  1. Hayât, Allahü azîm-üş-şân, diri olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Bekara sûresindeki ikiyüzellibeşinci âyet-i kerîmesinin baş kısmıdır. Aklen delîl, Allahü azîm-üş-şân, diri olmasa, bu mahlûkat vücûda gelmezdi.
  2. İlm, Allahü azîm-üş-şânın bilmesi olmak. Naklen delîl, Alla­hü teâlânın Haşr sûresindeki yirmiikinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, Allahü azîm-üş-şânın bilmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Onun hakkında muhâldir.
  3. Sem’, Allahü azîm-üş-şânın işitmesi olmak. Naklen delîl, Al­lahü teâlânın İsrâ sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, işitmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  4. Basar, Allahü azîm-üş-şânın görmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın yine İsrâ sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, görmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  5. İrâde, Allahü azîm-üş-şânın dilemesi olmak. Onun dilediği olur. O dilemezse, hiçbir şey olmaz. Varlıkları dilemiş, yaratmışdır. Naklen delîl, Allahü teâlânın İbrâhîm sûresindeki yirmiyedinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer dilemesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  6. Kudret, Allahü azîm-üş-şânın herşeye gücünün yetmesi ol­mak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Âl-i İmrân sûresindeki yüzaltmışbeşinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer gücü yetmese, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  7. Kelâm, Allahü azîm-üş-şânın söylemesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Nisâ sûresindeki yüzaltmışdördüncü âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer söylemesi olmasa âciz ve nâkıs olurdu.Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.
  8. Tekvin, Allahü azîm-üş-şân hâlıkdır, yaratıcıdır. Her şeyi ya­ratan, yokdan var eden Odur. Ondan gayri yaratıcı yokdur.

Naklen delîl, Allahü teâlânın Zümer sûresindeki altmışikinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, yerlerde ve göklerde acâib-i mahlûkatı vardır ve cümlesini yaratan Odur. Ondan başkası için (yaratdı) demek küfr olur. İnsan birşey yaratamaz.

Allahü azîm-üş-şân hakkında bize bilmesi vâcib olan sıfât-ı ma’neviyye, sekizdir. Hayyün, Alîmün, Semî’un, Basîrün, Mürîdün, Kadîrün, Mütekellimün, Mükevvinün.

Bu sıfât-ı şeriflerin ma’nâları budur ki:

  1. Hayyün, Allahü azîm-üş-şân, diri olucudur.
  2. Semî’un, Allahü azîm-üş-şân, sem’ı kadîmi ile işiticidir.
  3. Basîrün, Allahü azîm-üş-şân, görücüdür.
  4. Mürîdün, Allahü azîm-üş-şân, irâde-i kadîmi ile dileyicidir.
  5. Alîmün, Allahü azîm-üş-şân, ilm-i kadîmi ile bilicidir.
  6. Kadîrün, Allahü azîm-üş-şân, kudret-i kadîmesi ile gücü yeticidir.
  7. Mütekellimün, Allahü azîm-üş-şân, kelâm-ı kadîmi ile söyleyicidir.
  8. Mükevvinün, Allahü teâlâ, herşeyi halk edicidir.

Allahü teâlâ hakkında, muhâl olan sıfatlar, bunların zıddıdır.

VE MELÂİKETİHİ: Dahî ben, Allahü azîm-üş-şânın melekle­rine inandım, îmân eyledim. Allahü azîm-üş-şânın melekleri vardır. Onları nûrdan halk etmişdir. Cismdirler. [Burada cism demek, fizik kitâblarında bildirilen cism değildir.] Yimezler ve içmezler. Onlarda erkeklik, dişilik olmaz. Gökden yere inerler ve yerden göğe çıkar­lar. Ve bir hâlden bir hâle girerler. Göz açıp yumacak kadar, Allahü azîm-üş-şâna âsî olmazlar ve bizim gibi günâh işlemezler. Onların içinde mukarrebler ve Peygamberler vardır.

Ve cümlesinin efdali, Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl, Azrâîl “aleyhimüsselâm”dır. Bu dördü cümle meleklerin Peygamberleridir. Ve onların her birisini, Allahü azîm-üş-şân, bir hizmete koymuşdur. Kıyâmete kadar, başka bir hizmete nevbet gelmez.

VE KÜTÜBİHİ: Dahî, Allahü azîm-üş-şânın kitâblarına inan­dım, îmân eyledim.

Allahü azîm-üş-şânın kitâbları vardır. Kur’ân-ı kerîmde bildiri­len, yüzdört kitâbdır. Yüzü küçük kitâbdır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitâbdır. Tevrât, hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm”a, Zebûr, hazret-i Dâvüd “aleyhisselâm”a, İncîl, hazret-i Îsâ “aleyhisselâm”a, Kur’ân-ı kerîm, bizim Peygamberimiz Muhammed “aleyhisselâm”a nâzil olmuşdur. Bugün yehûdîlerin ve hıristi­yanların okudukları (Tevrât) ve (Incîl) hakkında (Cevâb Vereme­di) kitâbımızda geniş bilgi vardır.

Yüz suhufdan, on suhufu, hazret-i Âdem “aleyhisselâm”a, elli suhufu, Şit “aleyhisselâm”a, otuz suhufu, İdrîs “aleyhisselâm”a, on suhufu, İbrâhîm “aleyhisselâm”a inmişdir. Bunların cümlesini, Cebrâîl “aleyhisselâm” indirmişdir. Cümlesinden sonra, Kur’ân-ı azîm-üş-şân nâzil olmuşdur. Kur’ân-ı azîm-üş-şânın nüzûlü az az, âyet âyet yirmiüç senede temâm olmuşdur. Ve hükmü, kıyâmete değin bâkîdir. Nesh olmakdan [geçersiz olmakdan] ve tebdîl ile tahrîfden [insanların değişdirmelerinden] mahfûzdur.

VE RÜSÜLİHİ: Dahî ben, Allahü azîm-üş-şânın Peygamberle­rine “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” îmân eyledim.

Allahü teâlânın Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” vardır. Peygamberlerin hepsi insandır. Evveli Âdem “aleyhisselâm” ve âhırı, bizim Peygamberimiz hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”dir. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gelmiş ve geçmişdir. Onların sayı­sını Allahü azîm-üş-şân bilir.

Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfatlar beşdir: Sıdk, Emânet, Teblîg, İsmet, Fetânet.

  1. Sıdk, cümle Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, sözlerinde sâdık olurlar. Her sözleri doğrudur.
  2. Emânet, Onlar emânete hıyânet etmezler.
  3. Teblîg, Onlar, Allahü azîm-üş-şânın emrinin ve nehyinin hep­sini bilip, ümmetlerine bildirir ve ulaşdırırlar.
  4. İsmet, büyük ve küçük bütün günâhlardan berî olmakdır. Hiç günâh işlemezler. İnsanlardan ma’sûm olan, yalnız Peygamber­lerdir “aleyhimüsselâm” [Bunlardan başkasına ma’sûm diyenler, Şî’îlerdir].
  5. Fetânet, Cümle Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, sâir insanlardan dahâ akllı olmakdır.

Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” için câiz olan sıfatlar beşdir: Onlar, yirler, içerler, hasta olurlar, ölür, dünyâlarını değişdirirler. Dünyâya muhabbet etmezler.

Kur’ân-ı azîm-üş-şânda, ism-i şerîfleri bildirilen yirmisekiz Pey­gamberdir. Bunları bilmek, herkese vâcibdir dediler.

Peygamberlerin ismleri “aleyhimüssalâtü vesselâm”:

Âdem, İdrîs, Nûh, Şis [Şit], Hûd, Sâlih, Lût, İbrâhîm, İsmâ’îl, İshak, Ya’kûb, Yûsüf, Şuayb, Mûsâ, Hârûn, Dâvüd, Süleymân, Yûnüs, İlyâs, Elyesa’, Zül-kifl, Eyyûb, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ, Muhammed “salevâtullahi alâ nebiyyinâ ve aleyhim”dir. Üzeyr ve Lokmân ve Zülkarneyn için, ihtilâf olundu. Bunlara ve Hıdır aleyhisselâma âlimlerden kimisi nebîdir, kimisi velîdir, dediler. Mektûbât-ı Ma’sûmiyye C.2, 36.cı mektûbda, Hıdırın Peygamber olduğunu bildiren haberin kuv­vetli olduğu yazılıdır. 182.ci mektûbda, Hıdır aleyhisselâmın, insan şeklinde görülmesi ve ba’zı işler yapması, Onun hayâtda olduğunu göstermez. Allahü teâlâ, Onun ve birçok peygamberin ve velînin rûhlarının insan şeklinde görülmesine izin vermişdir. Onları görmek hayâtda olduklarını göstermez demekdedir.

Ve dahî, sana gereken, ilk Peygamber olan hazret-i Âdem “aleyhisselâm” zürriyyetindenim ve âhır zemân Peygamberi Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” dîninden ve ümmetindenim, el­hamdülillah, demekdir. Vehhâbîler, Âdem aleyhisselâmın peygam­ber olduğuna inanmıyorlar. Bunun için ve müslimânlara müşrik de­dikleri için, kâfir oluyorlar.

VEL-YEVMİL-ÂHIRI: Dahî ben, kıyâmet gününe inandım. Îmân etdim. Çünki, Allahü teâlâ haber vermişdir. Kıyâmet günü, kabrden kalkınca başlar. Cennete veyâ Cehenneme gidinceye kadar devâm eder. Cümlemiz ölüp yine dirilsek gerekdir. Cennet ve Ce­hennem ve mîzân [Terâzî] ve sırât köprüsü, haşr [toplanmak] ve neşr [Cennete ve Cehenneme dağılmak], kabr azâbı, münker ve nekîr adındaki iki meleğin kabrde süâli hakdır. Ve olacakdır.

VE BİL-KADER-İ HAYRİHİ VE ŞERRİHİ MİNALLAHİ TEÂLÂ: Dahî hayr ve şer, olmuş ve olacak şeylerin cümlesi, Allahü azîm-üş-şânın takdîriyle, ya’nî ezelde bilmesi ve dilemesi ve vaktleri gelince yaratması ile ve levh-il mahfûza yazmasiyle olduğuna inandım, îmân eyledim. Kalbimde, aslâ şek ve şübhe yokdur.

Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh.

Ve dahî, i’tikâdda [ya’nî inanılacak şeylerde] mezhebim, (Ehl-i sünnet ve cemâ’at) mezhebidir. Ben bu mezhebdenim. Diğer yetmişiki fırkanın inançları yanlışdır, bozukdur. Cehenneme gidecek­lerdir.

[Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” hepsini sevenlere (Ehl-i sünnet) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi âlim ve âdil idi. İnsanların efendisinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinde, hizmetinde bu­lunmuşlar ve Ona yardımcı olmuşlardır. En az sohbetde bulunanı bile, Eshâb-ı kirâmdan olmıyan en yüksek Velîden dahâ yüksekdir. O islâm güneşinin, O Allahü teâlânın habîbinin bir sohbetinde, bir teveccühünde hâsıl olan hâller, o mubârek nefesleri ve nazarları te’sîri ile zuhûr eden kemâller, o huzûra, o yakınlık se’âdetine kavuşamıyanlara nasîb olmamışdır. Eshâb-ı kirâmın hepsi “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dahâ ilk sohbetde, nefslerine uymakdan kurtulmuşlardır. Hepsini sevmekle emr olunduk. (Şir’atül İslâm) şerhinin ilk sahîfelerinde: (Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” hep­sinin hakkında, mümkin olduğu kadar, iyi söyleyiniz, onların hiç birine sakın dil uzatmayınız) diye yazıyor. Yetmişiki fırkaya gelince: Kimi ifrâta vararak, taşkınlık yapdı, kimi tefrîte düşerek haklarını vermedi, kimi akla güvendi, kimi felsefeye ve eski yunan felsefe­cilerine aldandı. Böylece dîn-i islâmda olmıyan, hattâ yasak olan şeyleri yapdılar. Bid’ate sarıldılar. Sünneti, ya’nî islâmiyyeti bırakdılar. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hazret-i Ömer “radıyallahü anhümâ” gibi, Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” icmâ’ ile en üstünü olanlarını, hattâ Peygamber efendimizi “aleyhisselâm” çekemiyenler zuhûr etdi. Peygamber efendimizin mi’râca, cesedi ve rûhu birlikde olarak götürüldüğünü inkâr edenler türedi.

Çok şaşılır ki, zemânımızda da islâm âlimi olarak tanınan, fekat yetmişiki fırkanın en zararlısı (Ismâ’îliyye) ağzı ile konuşan zevallılar görülmekdedir. Peygamber efendimizin “aleyhisselâm” annelerinin ve babalarının kâfir olduğunu ve Peygamber efendimi­zin “aleyhisselâm” nübüvveti teblîgden önce putlara kurban kesdiğini söyleyerek, vesîka olarak da ba’zı şî’î kitâblarını göstererek ve bunlar gibi nice yıkıcı yazılarla temiz gençleri aldatmağa, zehrlemeğe çalışmakdadırlar. Böylece bozguncuların maksadı; islâm dînini baltalamak, gençlerin îmânını çalmak, onlara küfrü bulaşdırmak olduğu açıkça anlaşılmakdadır. Hadîs-i şerîfde: (Kur’ân-ı kerîme kendi aklı ile ma’nâ veren kâfir olur), buyuruldu. Din âlimleri edebli idi. Dikkatli konuşurlardı ve yazarlardı. Yanlış bir şey söylemiyeyim diye, çok düşünürlerdi. Ulu orta konuşmak, islâmiyyeti (Edille-i şer’ıyye)den, ya’nî dört ana kaynakdan alarak değil de, kendi yanlış görüşleri ile ve bozuk düşünceleri ile anlatmağa kalkış­mak, değil bir islâm âliminin, herhangi bir müslimânın bile yapacağı şey değildir. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” büyüklüğünü anlamayan câhillerin, i’tikâdı zedeliyen yıkıcı sözlerini ve yazılarını öldürücü zehr bilmeliyiz.

Fârisî mısra’ tercemesi:

Îmânıma saldıracaklarından söğüt yaprağı gibi titriyorum.

Allahü teâlâ, kalblerimizde, sevdiklerinin sevgisini artdırsın. Düşmanlarını sevmek felâketine düşürmesin! Bir kalbde îmân bu­lunduğuna alâmet, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek, sevmedik­lerini sevmemekdir.]

Amelde mezheb dörtdür: İmâm-ı a’zam, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Mâlik, imâm-ı Ahmed bin Hanbelin “rahmetullahi aleyhim” mezhebleri.

Bu dört mezhebden, her hangi birini taklîd etmek lâzımdır. Dör­dünün mezhebi de hakdır, doğrudur. Dördü de Ehl-i sünnetdir. Biz, İmâm-ı a’zam mezhebindeniz. Bu mezhebde olanlara (Hanefî) denir. İmâm-ı a’zam mezhebi savâbdır, doğrudur. Hatâ olmak ihtimâli de var­dır. Diğer üç mezheb hatâdır. Savâb olmak ihtimâli de vardır deriz.

Ve dahî, îmânın, bizde bâkî kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır:

  1. Biz gâibe îmân eyledik. Bizim îmânımız gâibedir, zâhire de­ğildir. Zîrâ biz, Allahü azîm-üş-şânı, gözümüzle göremedik. Lâkin görmüş gibi inandık, îmân etdik. Bundan aslâ şübhemiz yokdur.
  2. Yerde ve gökde, insanda ve cinde ve meleklerde ve Peygam­berlerde “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, gâibi bilen yokdur. Gâibi ancak Allahü azîm-üş-şân bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir. [Gâib demek, duygu organları ile veyâ hesâb, tecribe ile anlaşılmıyan demekdir. Gâibi ancak Onun bildirdikleri bilir.]
  3. Harâmı harâm bilip, i’tikâd etmek.
  4. Halâlı halâl bilip, böyle i’tikâd etmek.
  5. Allahü azîm-üş-şânın azâbından emîn olmayıp, dâimâ kork­mak.
  6. Her ne kadar günâhkâr olsa da, Allahü azîm-üş-şânın rahme­tinden ümmîd kesmemek.

Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yâhud birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin îmânı ve islâmı sahîh değildir.

Bizimle iletişim geçin.

İletişim

Mızraklı İlmihal

     Görüş ve önerileriniz bizim için değerlidir! Amacımız size her zaman daha iyi hizmet verebilmektir.

     Bizimle paylaşmak istediğiniz görüş, öneri ya da şikayetiniz varsa ilgili "İletişim Formu"nu doldurarak bize iletebilirsiniz. Bildiriminizi en kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.

Takip Edin!

Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilir ve e-posta yolu ile iletişime geçebilirsiniz.