Sayfa Yükleniyor...
Dinimizin temeli; Hubb-i fillâh, buğd-ı fillâhtır. Allahü teâlânın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmaktır ki, îmânın asıl şartıdır. Başta bütün Eshâb-ı kirâm hazretleri olmak üzere müslümanları sevmek, Ehl-i sünnet itikadının en mühim vasfıdır.
Allahü teâlâ, kendisine karşı işlenen suçları, günahları affeder. Ama Habîbini “sallallahü aleyhi ve sellem” incitene, saygısızlık yapana cezasını verir. O bakımdan, “Hubb-i fillâh ve bugd-ı fillâh” bu dinin esası olmuştur. Bir kalbde, Sevgili Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sevgisi ile Onun düşmanlarının sevgisi bir arada bulunamaz. Âşıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı birşey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yer-leşemez. İki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir. Çünkü dostluğun şartı; senin sevdiklerini severim, sevmediklerini sevmem. Seni sevenleri severim, seni sevmeyenleri sevmem. Ben Allah’ımı çok seviyorum ama Allah’ın düşmanlarıyla dostum diyorsan bu nasıl sevgidir?
Cenâb-ı Hak bakınız Îsâ aleyhisselâma, “Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkların ibâdetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç fâidesi olmaz” buyuruyor.
Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine buğz-u adâvet kadar yaklaştıran bir amel, bir ibâdet yoktur. Dolayısıyla buğd-ı fillâh, hubb-i fillâhdan önce gelir. En büyük düşman, herkesin kendi nefsidir. Bir kimsenin kalbinde nefsine, müşriklere ve dine karşı olanlara duyduğu nefret hissi ne kadar çok ise, Cenâb-ı Hakka o kadar yakın olunur. İnsan, Cenâb-ı Hakkın beğenmediği, kötü dediği şeylere ne kadar yaklaşırsa, o kadar Cenâb-ı Hak’tan uzaklaşır.
Mektûbât’ta İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan binlerce yol var. Bunların içerisinde Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşturan en kestirme, en kıymetli yol, buğd-ı fillâhtır. Hubb-i fillâh değil, buğd-ı fillâhtır.” Evvelâ düşmana düşmanca davranmak, onu sevmemek Cenâb-ı Hakkın rızasına daha çabuk sebebiyet verir. Düşmanca davranmak demek, kalbinden sevmemek, fakat herkese güler yüzlü davranmak demektir.
Nitekim Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri, “Yâ Rabbî! Sana lâyık bir ibâdet yapamadım. Afv et beni! Ama şâhid ol ki, ben senin sevmediklerini hiç sevmedim. Ben senin sevdiklerini sevdim. Beni buna bağışla” buyurdular.
Hilmi bin Sa’id hazretleri buyuruyorlar ki, “Ehl-i sünnet Müslimânların yüzüne bakmak, onları sevmek hubb-i fillahtır. Allah için hizmete koşanları sevmek hubb-i fillahtır. Peki, buğd-ı fillah ne? Allahü teâlâya düşman olanları, Peygamber efendimizi inkâr edenleri, bid’at ehli olanları sevmemektir. Fakat bu hubb-i fillah, buğd-ı fillah, kavga etmek, münâkaşa etmek anlamında değildir. Sevgi gizlidir. Münâkaşa etmek harâmdır. Dostla da harâmdır, düşmanla da harâmdır. Kalb kırmak harâmdır.” Yani buğd-ı fillah edeceğim diye kalb kırmak yasaktır. Güler yüzlü tatlı sözlü olmak, her Müslümanın şiarıdır. Müslüman böyle olmalıdır.
İmâm ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sâni “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki:
Kalbde îman bulunduğuna alâmet, küfürden teberrî etmek, kaçınmaktır ve kâfirlikten, kâfirlere mahsûs olan şeylerden, meselâ beline zünnâr bağlamak ve bunun gibi, kâfirlik alâmeti olan şeyleri kullanmaktan sakınmaktır. Küfürden teberrî demek, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmemektir. Kâfirler, kuvvetli, hâkim olup da, zararlarından korkulduğu zaman, kalbi ile sevmemek, korku olmadığı zaman, hem kalb, hem de her vâsıta ile karşı koymak lâzımdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde sevgili Peygamberine kâfirleri ve münâfıkları sevmemeği, çalışıp, onlardan üstün olmağı emr ediyor. Çünki, Allahü teâlânın ve Peygamberinin düşmanlarından uzak olmadıkça, O ve Resûlü sevilmiş olmaz ve seviyorum demek doğru olmaz.
Bir kimse, îmanım var dese, fakat küfürden teberrî etmese, hem müslümanlığa, hem de dinsizliğe inanmış, iki dinli olmuş olur ki, bunlara (Mürted) denir. Bunlara münâfık gözü ile bakmak lâzımdır. Kalbde îman bulunması için, küfürden teberrî, elbette lâzımdır. Bu teberrînin en aşağı derecesi kalb ile teberrîdir. En yüksek, en iyi derecesi de, hem kalb ile, hem kalıp ile olmaktır. Yâni, kalbdeki ayrılığı söz ile, hareket ile belli etmektir. Fârisî mısra’ tercemesi:
Düşmânlık etmedikçe, dostluk olamaz!
İbrâhîm aleyhisselâmın bu kadar büyük olması ve bütün insanlar arasında, ikinciliği kazanması ve Peygamberler babası olmakla şereflenmesi, hep Allahü teâlânın düşmanlarından teberrî etmesi sebebi ile idi. Allahü teâlâ, (Mümtehine) sûresinde meâlen, (Ey müminler! İbrâhîm aleyhisselâmın gösterdiği güzel yolda yürüyünüz! Yâni siz de, onun gibi ve onunla berâber bulunan müminler gibi olunuz! Onlar, kâfirlere dedi ki: Bizden sevgi beklemeyiniz! Çünki siz, Allahü teâlâyı dinlemeyip başkalarına tapıyorsunuz. O taptıklarınızı da sevmiyoruz. Sizin uydurma dîninize inanmıyoruz. Bu ayrılık, aramızda düşmanlığa sebeb oldu. Siz, Allahü teâlânın, bir olduğuna inanmadıkca ve emrlerini kabûl etmedikce bu ayrılık, kalbimizden silinmeyecek, her şekilde kendini gösterecektir) buyuruyor.
Bu fakire göre, Allahü teâlânın rızasını ve sevgisini kazanmak için küfürden teberrî gibi, hiçbir amel ve ibâdet yoktur. Kâfirlere ve küfre, Allahü teâlânın zâtı, kendisi düşmandır. İnsanların tapındıkları bütün mâbutlar ve bunlara tapanlar, Allahü teâlânın zâtının düşmanlarıdır. Cehennemde sonsuz yanmak, bu alçak işin cezâsıdır.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât’ın yüzaltmışüçüncü mektûbunda da şöyle buyuruyorlar:
Bu mektûb, esseyyid ve nakîb şeyh Ferî’de “rahmetullahi teâlâ aleyh ” yazılmışdır. İslâm ile küfrün birbirinin zıddı, tersi olduğunu, İslâm düşmânlarını sevmemeği bildirmekdedir:
Bize çeşidli ni’metleri veren ve müslimân yapmakla şereflendiren ve Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden eylemekle kıymetlendiren Allahü teâlâ’ya hamd olsun! Dünyâ ve âhıret se’âdetlerine, râhatlıklarına kavuşmak ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin efendisi, mahlûkların en üstünü, en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâma uymakla, onun izinden gitmekle ele geçebilir. O yüce Peygambere ve Onun temiz Ehl-i beytine ve Eshâbının hepsine en iyi düâlar ve en üstün selâmlar olsun!
Muhammed aleyhisselâma uymak demek, ahkâm-ı islâmiyyeye ya’nî islâmiyyete uymak ve küfrü ve kâfirliği yok etmeğe çalışmak-dır. Çünki islâm ile küfr birbirinin zıddıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, öteki bulunamaz, gider. Bu iki zıd şey bir arada bulunamaz. Birisine kıymet vermek, ötekini aşağılamak olur. Kur’ân-ı kerîmde, Tevbe sûresinin yetmişüçüncü âyetinde meâlen, (Ey yüce Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihâd et! Onlara sert davran!) buyuruldu. Hulk-i azîm sâhibi olan, çok merhametli olan Peygamberine, [İslâm dînine ve müslimânlara saldıran] kâfirlerle cihâd etmeği, onlara karşı sert davranmağı emr ediyor.
Bundan anlaşılıyor ki, islâma saldıranlara sert davranmak da, hulk-ı azîmdir. İslâma izzet vermek, kıymetini artdırmak için, küfrü ve kâfirleri ya’nî İslâm dînine ve müslimânlara saldıranları kötülemek, onları aşağı tutmak lâzımdır. Böyle kâfirlere kıymet vermek, onları yüksek tutmak, İslâmiyyeti ve müslimânları kötülemek, aşağılamak olur. Kâfirlere kıymet vermek demek, onları üstün tutmak, karşılarında eğilmek olmakla berâber, onlarla birlikde bulunmak, konuşmak, görüşmek de, onlara kıymet vermek olur. İslâm düşmanlarından, İslâmiyyete saldıranlardan, köpekden kaçar gibi kaçmak, onların pis ve alçak olduklarını bilmek lâzımdır. İslâm dînine saldıran, bir mevkı’, makâm sâhibi ise ve bir müslimânın bu kimseye bir işi düşerse ve bu işi muhakkak onun yapması îcâb ederse, abdesthâneye gider gibi, işi bitirinciye kadar yanına gidilir. Fekat, yine o alçağa kıymet verecek birşey söylenmez ve böyle bir hareket yapılmaz. Olgun bir müslimân, onun yüzünü görmemek için, o işinden bile vaz geçer. Onun zehirli, zararlı sözlerini işitmek-den, Cehennemlik yüzünü görmekden kurtulur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde böyle kâfirlerin kendisine ve sevgili Peygamberine düşmân olduklarını bildiriyor.
Allahü teâlânın ve Onun Resûlünün düşmânları ile [Müslimânlara gerici diyenler ile] düşüp kalkmak, o alçaklarla arkadaşlık etmek büyük cinâyet, çok çirkin bir suç olur. Bu kimselerle görüşmek, arkadaşlık etmek, çeşidli zararlara sebeb olur. Bu zararların en küçüğü, insan onların arasında Allah’ın emrlerini yapamaz. Küfre sebeb olan şeylerden kaçınamaz. Bu vazîfeleri yapmağa sıkılır. Arkadaşlarından utanır, çok küçük görünen bu zarar, dikkat edilirse, pek büyükdür. Allahü teâlânın dînine saldıranlar ile arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “aleyhissalâtü vesselâm” düşman olmağa kadar sürükler.
Görüş ve önerileriniz bizim için değerlidir! Amacımız size her zaman daha iyi hizmet verebilmektir.
Bizimle paylaşmak istediğiniz görüş, öneri ya da şikayetiniz varsa ilgili "İletişim Formu"nu doldurarak bize iletebilirsiniz. Bildiriminizi en kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilir ve e-posta yolu ile iletişime geçebilirsiniz.